Yıl, acımasız bin sekiz yüz on. On yıllardır dağınık hâlde yaşayan Madagaskar adasının etnik gruplarından Merinaları birleştiren ve adaya tarihte ilk defa devlet düzenini getiren Merina'nın Kalbindeki Kral, ölüm döşeğinde... Yatağının başında yalnızca iki kişi bulunuyor... Solunda, oğlu ve aynı zamanda varisi Radama; sağında ise veliahtın annesi Rambolamasoandro namıdiğer Ayçiçeği Kadın. Radama ile konuşan doktorlar, kralın yalnızca birkaç günlük ömrünün kaldığını ve cenaze ve taç giyme töreni için hazırlık yapılması gerektiğini söylüyor. Nitekim tam da doktorların öngördüğü gibi 3 gün sonra Merina'nın Kalbindeki Kral, 23 yıllık saltanatını oğlu Radama'ya bırakmak üzere bu dünyayı terk ediyor. Kralın arkasından sade bir cenaze töreni düzenleniyor ve Merina'nın 12 kutsal tepesinden biri olan Ambohimanga'ya defnediliyor. Her ne kadar tüm Merina halkı derin bir üzüntü ve yas havasında olsa da kral, oğluna ülkeyi güllük gülistanlık bırakmamıştı. Yeni kralık acilen ülkenin başına geçmesi gerekiyordu zira savaştalardı. Güney kabileleri Betsileo ve Bara ile yıllardır süren savaşın 3. yılındalardı. Bara halkı, kral henüz yaşarken daha fazla kan dökülmesine izin vermemek adına çoktan teslim olmuştu. Ancak Betsileo direniyordu, ellerinden başka ne gelirdi ki... Yüzyıllardır bir arada huzur içinde yaşadıkları, kardeş bildikleri Merina kabilesi geçen sonbahar ani bir baskınla reislerini acımasızca katletmişti. Yapılacak başka hiçbir şey yoktu. Reislerinin asil kanı arkalarında kalamazdı, direneceklerdi.
Güney cephesinde bütün bunlar yaşanırken yaklaşık yarım milyonluk nüfuslarıyla Madagaskar adasının en kalabalık üçüncü etnik grubu olan Betsileo halkından bir genç, Merina kralının ölümünden dolayı ilan edilen 15 günlük ateşkesle belki de hayatında son kez ailesi ile vakit geçirmek üzere şehre gidiyordu. Bu gencin gerçek bir adı yoktu, Betsileo'daki pek çok genç gibi onun da ismi belli bir yaşa geldikten sonra kişisel özellikleri ve gösterdiği başarılara göre ailesi tarafından verilecekti. Ancak çevresinde ona hitaben kullanılan bir ismi vardı elbette, Fo Adala. Bu isim onun tüm kişiliğinin yansımasıydı âdeta. Çok cesur bir gençti, belki de kabilesinin en cesuru... Ayrıca çok da güçlüydü, akranlarından 10 genci aynı anda havaya kaldırmışlığı bile vardı. Üstelik savunma sanatları konusunda tam bir taktik uzmanıydı, pek çok mücadeleden zekasını kullanarak galip geliyordu. Kimilerine göre ise tam bir deliydi, belki de ne yaptığını anlamadıklarında insanların başvurduğu bir sıfattı bu... Ama o bütün bu söylenenlerin hiçbirini umursamıyordu çünkü sadece 3 yıl önce hayatı bir anda değişmişti. Bir sonbahar gün batımında görmüştü onu, Fiainana. Hayatında hiç yaşamadığı hisleri o anda yaşamıştı. Çok aniydi ama bir o kadar da etkili... Neye uğradığını şaşırmıştı Fo Adala. Bu hissi hiçbir şekilde tarif edemiyordu. Ne bu hissi bertaraf etmek gibi bir şansı ne de bu hissi paylaşmaya yetecek bir cesareti vardı. Halbuki kimilerine göre şehrin en cesuruydu. Ama o andan sonra aklındaki ve kalbindekilerin savaşını bir köşede çaresizce izlemekten başka yapabildiği bir şey kalmamıştı onun için. Fiainana, çok şey ifade ediyordu. Aklına geldikçe bir güç, kalbine indikçe bir çaresizlik hissi veriyordu ona.
Her türlüsü aynı yıl başına gelmişti Fo Adala'nın. Merina'nın Kalbindeki Kral, onun kabilesine sonu bilinmez bir savaş açmış hemen öncesinde ise kendi kalbindeki kraliçe ona sonu gelmez hisler yaşatmıştı. Sevdiğinden ayrılmak ona ne kadar zor gelse de, ülkesi ve halkının geleceği için yapmak zorundaydı. Başka şansı yoktu. Hem belki gelecekte onu ve ailesini güzel günler de bekliyordu.
Savaşın 3. yılı, Merina'nın Kalbindeki Kral ölmüş ve yerine veliahtı Radama geçmişti. Yas dolayısıyla ilan edilen 15 günlük ateşkesin 11. günüydü. Fo Adala ilk 10 gün ne kadar istese de ordunun ihtiyaçlarını karşılamadan başlarından ayrılıp sevdiğinin yanına gidememişti. Ancak nihayet bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Savaşın üçüncü yılında direnmeye devam eden Betsileo ordusunun bütün levazımatları tamamdı. Ateşkesin bitmesine 5 gün kala 18 saatlik yürüme mesafesindeki şehre yani evine yani cephede aklından hiç çıkmayan sevdiğinin yanına doğru bir ikindi vakti yola çıktı Fo Adala. Normali 18 saat süren tabanvay yolculuk Fo Adala'nın deyimiyle "Büyük Kırmızı Ada Madagaskar'da bir akşam yürüyüşü..." süresiyle 12 saatte tamamlandı. Şehre vardığında gökyüzünde tan kızıllığı hakimdi. Ateşkesin bitmesine 4 gün kalmış kimi asker cepheye geri dönüş hazırlığına başlamıştı bile. Ancak Fo Adala yeni gelmişti ve belki de hayatındaki bu şehirde geçireceği son vakitlerini iyi değerlendirmek istiyordu. Uzun süredir yolda olduğundan epey yorgundu, buna rağmen sevdiğinin yanına gitmek istedi ancak bacakları buna izin vermedi. İlk gördüğü hana girdi ve birkaç saatliğine kestirmek için kendisine bir oda tuttu.
Uyandığında tam gün ortasıydı, bütün bir şehir sessizliğe bürünmüştü. Madagaskar'da yani Büyük Kırmızı Ada'da öğlen saatlerinde güneş âdeta bütün gücüyle etrafa ışık saçar, en ufak hayvan bile bu kavurucu güçten kaçınmak için sığınacak bir gölgelik arar. Bundan dolayı Betsileo halkı da her zaman olduğu gibi öğlen saatlerini evlerinde veya kapalı alanlarda geçirmekteydi. Sokakların sakin olmasını fırsat bilen Fo Adala da, Fiainana'nın her gün uğradığı ve genellikle öğlen saatlerini soğuk bir şeyler veya bazen de bol şekerli sıcak ama içti mi ferahlatan Madagaskar'ın zirvelerinden gelen o enfes çayını içerek geçirdiği şehir merkezindeki fırına doğru yola koyuldu. Kaldığı handan fırının tüten bacası rahatlıkla gözüküyordu ancak arada yine de birkaç dakikalık mesafe vardı. Tam fırının kapısının önüne geldiğinde hassas kulakları uzaklardan gelen çok sayıda koşan at sesi duymaya başladı. Fırının kapısını açıp sevdiğiyle belki de son defa kavuşmaktı amacı ama yapamadı. Uzaklardan gelen nalların kuru toprağa vurduğu bu ahenkli gürültü hayra alamet değildi onun için. Bu atlar dost bildiklerinin atları olamazdı, onlar çoktan şehre gelmişlerdi. Fırının duvarından çatıya tırmandı ve seslerin geldiği tarafa doğru keskin gözlerini odaklamaya çalıştı. Şehre doğru yaklaşan bir toz bulutu görebildi sadece. Hemen ardından tehlike çanları çalmaya başladı. Tüm şehirde o tiz çan sesi yankılanıyordu. Hemen çatıdan atladı ve yeni kabile reislerinin yanına gitti. Anlaşılan Merinalılar kendi ilan ettikleri ateşkese uymayacakları. Çok geçmeden ortalık savaş alanına döndü. Savaş gereçlerinin birçoğunu ordugâhta bırakmış olan Betsileolu askerler ellerine geçen herhangi bir aletle yıkımdan başka bir amacı olmayan Merina ordusuna saldırıyordu. Savaşın şehre taşınması hiçbir töreye uygun düşmezdi ancak Merina ordusunun artık bu gibi meselelerle işi yoktu anlaşılan. Çocuk, yaşlı demeden önlerine gelene vahşice saldırıyordu Merinalı askerler. Aslında onlar da kötü insanlar değillerdi. Kimisi ailesiyle kimisi dostlarıyla tehdit edilmiş, tanımadıkları masumların canlarına karşı tanıdıkları masumların canları denmişti onlara. Kimininse hiç kimsesi kalmamıştı. Adaya sonradan barış getiren her gemi bir can almıştı onların hayatından. Yapacak başka hiçbir şeyleri yoktu. Beyinleri yıkanmıştı âdeta.
Ortalık bir anda sessizleşti. Toz bulutu tüm şehri ele geçirmişti. Fo Adala aniden gözlerini açtı. Kafasına gelen bir darbede bayılmıştı anlaşılan. Etrafı kontrol etti. Ses çıkarabilecek kadar nefesi kalmış kimse yoktu etrafta. Sonra biraz ileriden ufak bir ıslık sesi işitti. Sese doğru yaklaştı. O yaklaştıkça toz bulutu dağılmaya başladı. Sesin kaynağına ulaştığında artık tüm şehir meydanını rahatlıkla görebiliyordu. İki ordu yenişememiş bir beraberlik edasıyla iki taraftan hayatta kimse kalmayana kadar mücadeleye devam etmiş ve sonuçta geride bıraktıkları ailelerinden başka onları hatırlayan kimse kalmamıştı. Fo Adala, kendisi gibi bayılan ve düşmanın ölü sanması sayesinde hayatta kalan başkaları da olabilir düşüncesiyle etrafı kolaçan etmeye başladı. Düşman, ambarları bile talan etmişti. Tüm yaz biriktirdikleri ekinler her tarafa saçılmıştı. Zaten Madagaskar'da pek fazla şey yetişmezdi ama yine de bir şeyler biriktirmişlerdi işte. Uzakta iki düşman askeri gördü. Ellerindeki mızrakları birbirlerine saplamışlardı. Düşmanın o kadar gözü dönmüştü ki karşısındakinin kim olduğuna bakmaksızın mızraklarını birbirlerine geçirmişlerdi. Ardından bir başka düşman askerini gördü. Mızrağının ucuna Madagaskar'ın dikdörtgen bir kumaştan oluşan milli giysisi olan lamba takılmıştı. Bu sıradan bir lamba değildi. Hayır hem de hiç değildi. Fiainana'nın, sevdiğinin lambasıydı bu. Biliyordu çünkü onu ona o almıştı. Hediyeleri pek sevmezdi aslında. Bu hediyeyi de kabul etmek istememişti başta. Yine de Fo Adala'nın ısrarına dayanamayıp hediyeyi almaya razı olmuştu. Çabuk eskimesin diye nadiren giyiyordu o lambayı. Ama bugün, tam da Fo Adala'nın askerden döndüğü gün, tesadüf olsa gerek yine giymişti. Ancak şu anda giymiyordu, henüz birkaç dakika önce öldürülmüş bir düşman askerinin mızrağında takılıydı. Bu görüntü karşısında ne yapacağını bilemedi Fo Adala. Ya bile düşünmek istemediği o durum gerçekleşmişse... Hayır olamazdı... Buna izin veremezdi... Vücudundaki bütün kanın çekilerek beynine hücum ettiğini hissetti Fo Adala. Önce sakin olmaya çalıştı. Mızrağa takılmış lambayı, sevdiğinden belki de ona kalan son eşyayı yerinden çıkardı ve usulca katlayarak yanına aldı. Ancak sakinliğini daha fazla koruyamıyordu. Lambanın takıldığı mızrağı da ölü düşman askerinin elinden bir anda çekti. O kadar sert çekmişti ki mızrak, önce onu tutan düşman askeriyle beraber havalandı. Ardından mızrağın hareketini havada bir anda durdurunca düşman askeri mızraktan ayrıldı ve metrelerce uzağa büyük bir gürültüyle düştü.
Artık ne düşmanın ateşkesine ne de dost bildiği yöneticilerin diplomasisine güveniyordu Fo Adala. Beyninden vurulmuşa dönmüştü. Bu savaşı hiçbir masum halk hak etmemişti onun gözünde. İki tarafın yöneticilerinin kan davalarının, ekonomik çabalarının, güç zehirlenmelerinin ürünüydü bu savaş. Zamanında gemilerle adaya yanaşanlar örgütlemişti herkesi. Düşman ne demekti bilmezdi kimse, eğer onlar gelmemiş olsaydı. Bir suçlu aramıyordu aslında. Çünkü zaten bulmuştu, anakaralılar. Bundan böyle çok düşmanı vardı Fo Adala'nın. Tek isteği sevdiğiyle huzurlu bir hayattı. Ama bundan sonra asla olamayacaktı bu belki de. Yanına hiç kimseyi değil sadece Fo Adala'nın ta kendisini öldüren o mızrağı ve sevdiğinin son hatırası lambasını aldı ve bu anakaralılar meselesini kökünden kurutmak için bir yemin etti. O yıkım getiren gemilere çekilmiş bayrakların izini sürmek ve tamamen bitirmek için uzun bir yolculuğa o anda başladı. Artık iyi ve kötüyü ayırt edemiyordu.

Mecnun
Tam Adı
Fo Adala
Takma Adları
Mecnun
Fo
Adala
Gümüş Pençe
Kemik Kıran
Sessiz Avcı
Yaka Basan
Tür
Fossa
Doğum Tarihi
-
Doğum Yeri
Betsileo Madagaskar
Cinsiyeti
Erkek
İmza Rengi
#92734e